23 Şubat 2013 Cumartesi

7 Rules of HR Job

1.Make peace with your staff so it helps you to make peace with all customers, clients, managers and business leaders
2.What other thinks of you is our business at all
3. Time does not heal everything always, sort out the issues here and now
4.Don't compare your stats with employees and don't judge them.  You have no idea what their journey is all about.
5. Stop thinking too much and stop overengineerize the issues. Your job is human not figures.
6.No one is charge of your success or unsuccess except you
7.Smile, you don't own all the problems in the world but please own the problems in your organization.

Author: Suat Soylu, PhD (insipred  from 7 Rules of Life by His Holiness Dalai Lama)

7 Big Sins of HR: An Essay on Popularization of HR in Turkey

1. Sloth: Lazy Theory and Application Building for Turkey specific.   We are not able to collect local data and turkish culture specific best practices.   2. Negligence: Misapplied Analysis.   Copy and Paste Approach. Whatever applied in USAor in the "west" is good.   3. Gluttony: Too Many Reports.   A glut of information and good visualization tools often lead HR  to produce too many reports, including those with vanity metrics (e.g., a website's number of registered users) that cause us  to miss important facts about your country.     4. Polemy: Data Definition, Use Disagreements. Unclear definitions, personal interpretations of what the english jargon  means, or uncertainty on how to act on concept,   5. Imprudence: Jumping To Conclusions.  HR professionas  may jump to conclusions without examining data sufficiently. They may even change their business model for the wrong reasons, such as relying on other people's conclusions, misinterpreting data, or reading an industry benchmark and deciding they need to follow a so-called best practice.   6. Pride: Decision-Driven Data Making.   Rather than running tests and using data to confirm or deny assumptions, this Deadly Sin is where we dig through data to confirm our  preconceived notions.   7. Torpor: Learning And Acting Slowly. A critical factor is how quickly we  act on  business requirement,  and how quickly you learn from it.

Author: Suat soylu, PhD

19 Şubat 2013 Salı

Öykü: Numan'ı Kim Vurdu?



Bab  2
Nalinciyan Kethüdasi Arif Aga derler bir zat Zilkade ayinin onbesinci günü Trabizon vilayetinden iki karisi colugu cocugu ve dahi halayiklari ile birlikte onbescan Dersaadet'e geldiginde mevsimlerden bahar Rumi ayardan ise nisandi. Trabizon'un Tonya kazasindan once bir taka ile vilayet merkezine gelmisler oradan da ipek yolu üzre Frengistana Iran'dan aldiklari kumas, baharat ve hali götüren bir Venedik kanyonuna binmislerdi. Kanyon'un idaresi eski bir levend olan ve Arif Aga'nin Tonya'dan cocukluk arkadasi Anesti Aga'da olmada iken yük kanyonlarinin yolcu tasimasi adet olmadigindan binbir dil dökme, rüsvet ve yüklü bir navlun ile Arif Aga sürekasini kanyona aldirmayi basarmisti. Kanyon limandan vira bismillah edip önce Giresun kazasina ugramis ordan tornistan edip Canik, Sinop ve nihayetinde  Dersaadet'e  erismisti. Kasimpasa limaninda sintinesini bosaltan kanyon iki günlük bir dinlenme ile Venedik'e yol alirken Arif Aga'da mahiyeti ile birlikte Süleymaniye taraflarinda halice bakan Topal Imam Sokagi'nda iki katli ahsap evin alt katina yerlesti.

Istanbul'a tasradan yerlesmeye gelen her müslüman ahali gibi önce gidip sehremanetine kendini ve ailesini kaydettirdi sonra da kendi ve ailesinin emaneti icin onbes okka bal, iki cuval findik, bes besili tavuk ve bir koc ile mahalle kayhasini ziyarete gitti. Devlet-i Ali Osmani, cihangir sultan devletlu ücüncü Mustafa Han hazretlerinin himayesinde ve saadetlu vezir-i azam Silahdar Mehmed Pasa'nin idaresinde iken Arif Aga da ya allah deyip dünya kirk kulplu kazan bir kulpundan da sen tut kazan düstürunca kendine yeni bir hayat ihdas etmeye niyet eyledi.

Süleymaniye camiinin kandilcibasisi Zurnazen Siyavus Efendi'nin naklettigine göre Arif Aga geldiginde yaninda tursu küpülerine doldurulmus tamitamina ikibin venedik altini getrimisti lakin ailesi dahil hic kimse ne bu altinlarin nereden elde edildigi ne de yerini bilen olmamisti ta ki Arif Aga saadetlu Sultan Mustafa Han'in saltanatinin sekizinci yilinda Ramazan'in besinci günü Cemberlitas hamamindan ciktiktan sonra Divanyolu'nda yeniceri ortabasisi Seksek Ismail Aga tarafindan kakmali yatagan ile sahdamarindan kesilene kadar. Yusufpasa Hamaminin kurnacibasisi Zeyrek Emin altinlarin adedinin ikibin degil binbesyüz oldugunu ve vuranin Seksek Ismail degil Tirnaci Zeberced oldugunu söylese de hikayede tevatür olan altinin adedi mi yoksa katilin kendisi mi oldugu yüce mevlanin kitabindadir.

... devamıı var

Öykü: Adonis'in Balıkları


Rivayet olunur ki Kadir-i Mutlak yüce Yaradan'in "onun yüzü suyu hürmetine kainati yarratim" dedigi iki cihanin günesi , Gül'ün Efendisi ve nübüvetin son kapisi peygamber efendimizin bir nur gibi Kabe-i Mükerreme'yi tesriflerinden evvel dünyanin ucunda bir deniz canaviri var imis ve iblisin hizmetkarligini yaparmis. Eski zaman alimlerinin sirlarla dolu kitaplarinda, sifreler ve ancak erbabinin anlayabilecegi tasvirlerlerle anllatiklarina göre ismi Zebbetülbahreyn olan bu canavarin tami tamina yüzsekesen arsin boyu, kirkbes arsin eni, tepesinde her tarafa dönebilen kocaman bir gözü, yirmidört yüzgeci ve alti bogumlu bir kuyrugu varmis. Basra müneccimi Mukteda bin Udafya el Basrevi'nin Mahlukat-ül Acaib fi'l Ebhar adli kitabinda canavarin boyunun yüzseksen degil yüzoniki arsin oldugunu israrla iddia etmesi yaninda, ayrica tepesinde bir de boynuzu oldugunu ve bu boynuzun ucunda da kücük bir göze sahip olmakla denizden kafasini cikarmadan boynuzunu sudan disari ayni bir filin hortumu gibi uzatartak suyun üstündekileri de görebildigini anlatir. Kahire'nin kipti alimlerinden Hannas ibn Budrus'un arami lisanda kaleme aldigi Daw'gún d-Daw'rome adli oniki ciltlik kitabinda ise canavarin karninda kuluckaya yatirilmis seytanin yumurtalarinin oldugu, vakti geldiginde bu yumurtalarin yarilarak icinden seytanin askerlerinin ciktigini ve canavar ininden ciktiginda arzi ve ummanlari tavaf ederken bu fitne fücurlardan birer tane karalara kustugunu, ayni zamanda da pis zehirini akittigini söyler ama muteber degildir söyledikleri ne de olsa kendisi kiptidir.

Asaletli ve ferasetli alimlerin sarih eserlerinin hepsinde bahsedilen müsterek cihet odur ki bu canavar fena bir mahluktur. Her sene Zilkade ayinin onbesinde dünyanin ucunda soguk güney denizlerindeki ininden cikar alti aya kadar arzin bütün denizlerini dolasir, karalarinin yanindan gecer ve Cemaziyelevvel ayinin onbesinde gene inine döner ve uyurmus. Gectigi denizlere ve kararalara pis zehirini ve seytanin tohumlarini birakir birakmaz takib eden ilk dolunayda o ülkelerde kitlik ve kuraklik bas gösterir, cenkler baslar, evlatlar analarina babalarina baskaldirir, köleler efendilerine itaat etmez olur, zina , fiili livata ve her türlü sapkinlik artar, ülkenin hakimi zalimlerden olur ve velhasili hak zail olup batil galebe calarmis.

Cok eski zamanlarda, daha adi Konstaniniyye diye cagrilmadan, daha Rum'un muzaffer meliki Yustinyanus Aya Sofya'yi bina etmeden de önce, Hizir ile Ilyas aleyhisselamin bulustugu ve iki denizin kavustugu bu korunakli belde Sehr-i Stanbul o zamanlar Vizantiye diye cagrilirken hatta ve hatta daha bir sehir bile degilken bu mel'un canavarin yolu bir gün icdenize düsmüs. Kttim ve Dodanim'i gecip Yaban ve Tubal'i arkasina alarak yukari adalar denizinden cikmis mermerler denizine varmis. Boga bogazininin girisine vardiginda gecitin kendisinin gecebilmesi icin dar ve sig oldugunu zannetmis ve giriste bir müddet beklemis. Sabah alacasi oldugundan daha günes tam yüzünü vurmazken mel'un gecitin girisinde bekleye dursun bir de sag tarafina bakinmis. Görmüs ki sag tarafinda sira sira dizilmis irili ufakli dokuz ada ada bulunmakta. Tepesindeki fil fortumu gibi boynuzunu suyun üstüne cikararak adalara dogru sira sira bakmis ve hem de dinlemis cünkü anlatildigina göre mel'un canavarin hortum gibi boynuzunun tepesindeki gözü ayni zamanda isitebilirmis de. Canavar suyun yüzündeki gözü kulagi ile tek tek adalara bakarken ücüncü adanin sahilinde oturan bir cocuk görmüs. Derhal karnindan iki iblis tohumu cikararak denize salmis ve cocugun yüregini kendisine getirmelerini istemis. Ama canavarin bir adeti varmis.Hic bir adem oglunun yüregini öldürerek ya da cebirle almaz onlari ayartarak ve ikna ederek kendi rizalari ile yüreklerini teslim etmelerini istermis. Urfa kethüdasi Kuddus bin Muslafi'nin cinler ve insanlari anlattigi Ennas ve'l hannas adli kitabinda, iblis ogullarindan birinin adinin Cüddey obirinin ise Lücce oldugu yazilidir ki itibar olunur söyledigine, zira kendisi gaybi görebilen nadir alimlerden biri olarak nam salmistir. Seytan ogullari mel'un canavar tarafindan karnindan disari kusulup denize salindiklarinda önce marti kiliginda denizi asmislar ta ki cocugun oldugu adaya konsunlar. Sonra da insan suretine girerek sahilde sessizce oturup denize bakan cocuga dogru yanasmislar. Cocuga dogru yanastikca aralarinda sanki bir sey tartisiyorlarmis gibi hararetle konusmaya, birbirlerni itmeye baslamislar ama bakmislar ki cocuk onlara dönüp bakmiyor bile. Bu sefer denize dogru iyice yanasip cocugun önüne gelmis, yumruklasmaya baslamislar ancak nafile cocuk ne onlara kafasini cevirmis ne de bir kelam söylemis. Iblis tohumundan kücük olani yerden kalkip cocuga iyice yanasmis, aralarinda bir kulac kalacak halde tam karsisinda durmus. O zaman anlamis ki cocuk hem görmez ve kulaklarina da denizden cikan sünger tikamis oldugundan bir sey duymaz. Yavasca elini cocugun dizine dokunmus. O anda vurgun yemis gibi yerinden sicrayan cocuk gersin geriye adim atarak
-Ulu Zevs adina, kim var orda ? demis. Bu arada da kukalarina tikadigi sünger tikaclarini cikarmis.
Iblis ogullarindan büyük olani cevab vermis:
-Korkma ey denizlerin efendisi , biz sana kötülük etmeye gelmedik. Ben ve kardesim variz yaninda, yiyecek bir seyin var mi cok aciz?
demis. Cocuk geri geri durarak havayi koklamaya baslamis. Cok iyi koku almasina ragmen bu iki yabancidan hic bir koku gelmiyormus. Elinde tuttugu gürgen dalindan uzun bastonunu Lücce'ye dogrultarak dokunmus. Evet bir insan vamis karsisinda.
-Kardesin nerde o da yakina gelsin
demis. Cüddey de bastonun ucuna dokunarak kendisini asikar etmis. Bir iki adim atarak basini yukari dogru kaldirip gene havayi koklayan cocuk
-Benim adim Andonis'dir. Mitras'in oglu Andonis, ne istersiniz benden yabancilar?


...devamı var

Öykü: Aslandis'in Kısrakları


Senenin bu ayinda böyle kar,böyle tipi, bu deli boran görülmüs sey degildir ama zaten Aslanidis'i de yaniltan dün sabah yola koyuldugunda Pozanlidere'yi gecerken gördügü acan ahlatlarin cicekleri , daglardan yüzüne vuran yarpuzlu kekikli rüzgarlarin kokusu bir de utangacca yüzünü gösteren günes olmustu. Yisos'un dirilmesi yakindir demek ki hem de zamani gelmistir diye düsündü. Her ne kadar anasi Altin, biraz daha beklesin diye cok ayak direttiyse de deli oglunun bir seyi kafasina koydu mu asla vazgecmeyecegini artik bildiginden Allah isini rast getirsin demekten baska bir caresi kalmamisti. Gecen haftaydi daha Büyük Perhizi karsiladiklari, hep birlikte Yakub'un avlusunda toplanmis ocaklari hazirlamis paskalyadan önce son kez eti kaynatmislar, kocamislarin, hatiri sayilanlarin ellerini öpmüs hayir dualarini almislardi. Allah kazancinizi artirsin, borcunuzu azaltsin, Panaya sirtinizda dursun, ermisler her daim yaninizda olsun canlar! Ogullariniza güzel gelinler kizlariniza huyu güzel gamberler nasip etsin. Daminizda islaylik olsun, kapinizdan bacanizdan seytanlar uzak dursun. Dara düsene Allah sahip cikar. Amin.

Amin ya amin dedi icinden Aslanidis, ne halt etmeye bu kahpe havaya güvendin de yola düstün odun kafa diye kendine söyleniyordu. Köye varmaya daha en az alti saatlik yolu vardi hava kararmaya baslamis orman iclerinden, derelerden kurtlarin ulumasini duyar olmustu. Tipiden ne önünü ne arkasini görebiliyordu, görebildigi en uzak mesafe üstüne bindigi kisragin hisirdaya hisirdaya soludugu burnuydu ve yokus yukari ciktiklari icin kisragin agzi köpük köpük olmustu. Yokusun basina vardiginda kurtlar hala uluyor ara sira orman iclerinden kendisini ayartip ormana cagiran cinlerin seslerini duyuyordu. Bes yasindan beri kendi köyleri Galinino ile ile dayisinin yasadigi daha dogrusu anasinin gelin geldigi köy olan Cermikli arasinda gidip geldiginden bu yollara yabanci degildi ama ilk kez bu kadar agir bir tipide yol aliyordu. Yokus basinda biraz soluklanmak icin durdu ve cevresi etrafinda dönmeye basladi. Evet yanilmamisti tepelerini secebildigi Aladagin asagisinda komsu köyleri olan Espili'nin tek tük ciliz isiklari görünüyordu. Demek ki dogru yoldaydi. Espili'nin isiklarini görünce birazcik ici ferahladi sanki arkadasi Mihayil'i görümüs gibi oldu köye dogru bakarken. Mihayil Espililiydi simdi ne yapiyordur kocakafa diye gecirdi icinden. Ne yapacak dedi anasi Hanim'in dizi dibinde oturmus kilim dokuyordur kilibik serseri dedi bir de yer tükürdü sanki seytanin adini agzina almis gibi, sanki bunlarin sorumlusu Mihayil'mis gibi. Bir an önce yola devam etmeliydi orman icinden karakoncoloslar, yesil periler, cinler uzaktan ona el ediyor gel gel diyorlardi.
*******************************************
Aslanidis'in anasi bir o yana bir bu yana gidip geliyor ara sira dama cikip bir sey görebilir umuduyla uzaklara bakiyordu. Akli biricik ogulcugunda kalmisti ama ne fayda ne laf dinler ne durdan anlar o zaman sessiz sesiz aglamaya basladi. Bir kocasi olsaydi evinin eri daminin diregi, bir oglu daha olaydi Aslandis'ine arka cikacak, o zaman ati kusanir beraber aramaya cikarlardi.Ama bu garipligi bu kimsesizligi ile kimden ne istesin? Ah ermisler ah mukaddesler ah kutlu anacim sen ogluma sahip cik kötülüklerden uzak tut diye sessizce dua ediyordu. Bu aksam köyün ileri gelenleri Dilsiz Simo'nun evinde toplanmislardi cünkü karisi besinci ogluna dogum vermis, ahali de ona göz aydinligina gelmisti. Köyün kaynanalari kaynatalari bugün hep Simo'un karisini konusuyordu.
-Allah seni inandirsin cancagizim, yarcanim su bizim dilsiz Simo'nun karisi mür ile vaftiz edilmis de eline Panaya'nin eli degmis sanki. Mubarek kadin, Nuh Peygamberin vasiyetini bir tek o tutacakmis gibi her dogurdugu oglan, her dogurdugu oglan. Isimleri ile bin yasasinlar usakciklar.

Epi topu köyde Isa'nin ümmeti yirmi iki hane olduklarindan bir dogum olmaya görsün. Hele bir de nevzat oglan ise dogum sahibinin evi ziyarethane gibi olur gelen giden hediyenin, takilan altinin hesabi olmaz. Semaver en az on kere dolup bosalmadan kimse bu aksam bana misafir geldi demez ,o kadar olur ki misafirlere cay ikram etmek icin potiri yetismediginden komsulardan potiri, seker oturacak sekilik getirilir.

Altin Hanim gözyaslarini basina bagladigi kalin salina silip damdan asagi indi. Simo'nun evinden gelen bagris cagris gözüne takilinca kendi tezgahinda keci yününden dokudugu heybeyi gözaydinligi olarak yanina aldi köy odasinin yolunu tuttu. Son kez acaba bir gelen varmi diye köyün girisine dogru bakmayi da ihmal etmedi. Odaya vardiginda hemen kendisine kadinlarin oturdugu divanda bir yer acildi. Köylü sagolsun Altin Hanim' a hem hürmet eder hem de severdi. Disarda tipi daha da siddetlenmisti, kurtlarin ulumalari köye kadar geliyordu, Simo'nun ortanca oglu Temo ocakliga daha fazla odun atmak disari cikip döndügünde kirpileri buz kesmisti. Temo'nun getiridigi odunlarin yarisini kücük kardesi kosturup elinden kapti beraberce ocakliga dogru sakalasarak bazen de odunlari birbirlerinin kafalarina vurarak atmaya basladilar. Hacivat-Kargöz sahnesi gibi sakalasmalari odadaki herkesi cok güldürdü. Bir tek Altin Hanim haric, o usuldan aglamaya baslamisti. Oglanlar yerine oturunca odada bir sessizlik oldu. Yasli kadinlardan biri arasira ic cekiyor bazilari da sessizce dua ediyordu. Konusulacak bir sey hatiri sorulacak yasli, munakasi yapilacak bir mesele de kalmadigindan odada ocakta yanan odunlarin hisirtisi ile Simo'nun babasi Mito'nun derin derin solumasindan baska bir ses yoktu. Arasira rüzgar siddetini artiriyor tas odanin gürgen kapisinin altindan odaya solugunu üfürüyordu. Odanin orta diregine asili lambanin isigi odaya dolan rüzgarin solugu ile sallaniyor duvara vuran titreyen alevler dans eden kücük seytan tasvirleri ciziiyordu. Uzaktan Keklikkaya taraflarindan bir kurtun ulumasi geldi ona Sirtalan'dan baska bir kurt eslik etti bu arada köyün köpekleri daha da hircinlasip onlar da ayni kurtlar gibi ulumaya basladilar, ahirda atlar da huzursuzlanmislar kuyruklarini sallaya salaya ayaklarini yere vuruyorlardi. Simo'nun babasi derin bir ic daha cekip "Gökteki atamiz bize sahipsiz birakma" dedi bir baskasi "bu nasil bir gecedir birden sanki üzerimize karabulut indi" diye mirildandi. Yasli kadinlar ellerinde tesbihlerini ceke ceke dua okuyup istavroz cikariyorlardi. Simdi boran da baslamisti uzaklardan uzun süren derin bir ses geldi önce kagni arabasinin taslarda dönen tekerlegi gibi uzun bir patirti sonra gökgürlemesi gibi bir gürültü duyuldu. Keklikaya'dan derelere cig düsmüstü son gürültü ile köpekler daha da hircinlasti ve kesiksiz ulumaya balsadilar. Neden sonra derin bir rüzgar bastan asagi köyü yalayip gecti bütün kapilardan icieri girip bütün odalara girdi uyuyan bebekler uyandi gebe kadinlarin karnindaki cocuklar oynadi, odanin ortasinda yanan lambanin titrek alevi tamamen söndü. Simo'nun babasi "Harotas !" deyip yere tükürdü. Rüzgar artik dinmisti, köpekler susmus, kurtlarin ulumasi kesilmisti. Ocakta yanan odunlarin kor alevi odayi aydinlatiyordu .Kimse lambayi yeninden fitillemek icin kalkmadi .Her yeri derin bir sessizlik almisti hatta nefes bile almiyordu kimse, sadece ocakta yanan odunlarin citirtisi ile Altinin'in damla damla yere düsen göz yaslarinin tip-tiplariydi duyulan. Herkes basi öne egilmis öylece bekliyordu sanki kainat da durmustu bu gece, sanki günes yarin dogmaycakti. Derken odanin kapisi agir bir darbeyle acildi, biri tekmeleyip acmis gibi oldu. Odadakiler uykusundan uyanip birden yerinden sicradi. Gelinler, kizlar, cocuklar ani bir ciglik atti. Odanin ortasina tipiyle gelen bir yigin kar ve soguk doldu. Bir kararti odaya girdi herkes donakalmisti kimi yüksek sesle dua okuyor istavroz cikariyor kimi dizleri ustune cokmustu. Kararti ocaga dogru yaklasti sonra ortada durup
-Gözün aydin olsun Simo Dayi, hele bana bir cay ver de ben de oglunun gözaydinligini takayim.

Gelen Aslanidis'di.

.. devamı var

Öykü: İskender'in Hayalleri


Bir kücük heyecan olmali insanin icinde, insani insan icine cikarmaya tesvik eden hani dürten cinsten. Telas icinde geciyor ömürler telas icinde telas. Birbiri icine gecmis rus bebekleri gibi telas icinde baska bir telas! Ner kadar muhtacsiniz, ne kadar muhtaciz bir sicak merhabaya; bir yanik türkü duymaya görün, bir dertli bozlak calmasin, hemen iki gözünüz iki cesme. Sizi aciz, zayif yaratiklar! Ne yamali ruhlariniz var! Ne kadar hazin bir istirap icinde benlikleriniz, kendi icinizde kendinizi kaybetmissiniz. Dolapta bekletilmis kuru sogan gibisiniz, bir katinizi soyunca alttan bir kat daha cikiyor, bir kat daha ve bir kat daha en sona yaklasinca pof! Hic bir sey yok cünkü cürümüs. Hayalsiz, hedefsizler, hasat edilmis misir tarlalari sizi. Elinizde bir tek kuru kocanlariniz kalmis. Ben böyle olmayacagim ben güclüyüm daha da güclü olacagim ve yirtacagim. Hele su okul bir bitsin bakalim, alttan kalan derslerimi bir vereyim, bir an önce bir de su askerlik meselesini de halletmeli bir yolunu bulup. Benim kimseye bir borcum yok, eyvallahim da yok canimin istedigini yaparim. Bir de pasaport cikartmali bir an önce ama nasil? Ne diyordu gecen hafta Reha Agabeyim'in dügününde su kayincosu olan komiser, artik pasaport isleri kolaylasacakmis. Acaba Reha Agabeyimden su alyanak tombul komiserin adresini telefonunu istesem bir faydasi dokunur mu ki bana? Babacan bir adama benziyordu ayni Hulusi Kentmen. Gitsem desem komiserim bana bir pasaport lazim okul icin Amerika'da bir staj ayarladim....
Offf Amerika simdi kimbilir nasildir? Amerika esittir New York. Aylardan Nisan serindir, ama gene de kipir kipirdir sehir. Staten Island'a giden feribotta olmak vardi simdi. Sinifta herkes beni bir kac kez Amerika'ya gitimisim saniyor, olsun sansinlar sefil yaratiklar. Hepsi odun kafa, KBP'ler Kücük Burjuva Picleri ! Bütün sokaklarini bilirim New York'un, kaybolmam da, 5inci cadde, Times Square, Harlem, Brooklyn, Long Island, Queens,Central Park, hepsi elimle koymusum gibi orada duruyorlar. Manhattan tarafinda bir is bulurum kendime önce bir hamburgercide calisirim aksamlari da benzincide, gunduz dil kursuna giderim. Evimi Bronx'da tutarim kucuk ama bana göre, tugladan bir apartmanin cati katinda hani su arka tarafinda acikta celikten ic ice gecmis yangin merdivenleri olan, polislerin hirsizlari kestirmeden kistirdigi tip apartmanlardan. Zenci, Porto Riko'lu, Italyan komsularim olur. Karsi dairede oturan Minnesota'li kizla ara sira camasirhane'de karsilasiriz o hep elinde Vanity Fair dergisini okur ben Washington Post'un borsa sayfalarina bakarim. Kizin adi Abigaile olur, sanat tarihi okuyor University of NewYork'da, aslen yahudi, isminin anlami "babasinin nesesi" demekmis. Kivir kivir kizil uzun saclari var, burnundan yanaklarina yayilan cilleri ve inci gibi disleri. Gülümsediginde Woody Allen'in Another Women filmindeki Laura'ya benzer. Her Cuma aksami saat yediden sonra orda oluruz, ben ondan bir bes dakika sonra gelirim camasirhaneye. Konusmayiz ben iceri girince sadece gülümserim ama bilirim ki o da benimle ilgili. Geldigimi anladiginda kafasini okumakta oldugu dergiden kaldirmadan göz ucuyla bana bakar göz göze gelmeyiz ama ben hissederim bana baktigini. Bilirim, nasil olsa bir gün tanisacagiz ve konusacagiz.O yuzden acele etmem. Acele etmezmisisiz. Mayis ayi geldiginde Central Park canlanir, o zamana kadar Wall Street taraflarinda bir bankada ise baslamis olurum, mesai bitiminde7 inci caddeden cikip Colombus Circus'a dogru yürürüm faytonculari gecip parkin girisine seyyar arabasini kurmus Luigi'den bir hotdog alirim. Luigi Italyan, Sicilyadan göc etmis ara sira onunla kizlar ve futbol hakkinda sohbet ederiz. Insanin icini isitan bahar günesinde elimde hotdog ve kolam ile agir agir Central Park'ta turlarim. Melekler Cesmesini gecip, ortadaki suni gölü birbirine baglayan köprülerde resim cekenlere gülümserim ve gercek bir New Yorker olarak bu sehire hayran olduklari icin onlari anladigimi ve hak verdigimi hissettiririm. Harlem tarafindan cikip metroya binerim ve evime gelirim. Sokagima geldigimde karsilikli tuttuklari ipi caprazlama cevirerek ip atlayan zenci kücük kizlar, kapi önününe sandalye koyup oturmus puro icen ve dedikodu yapan sisman Kübali kadinlar, eski model bir amerikan arabasina yaslanmis yoldan gecen kizlara laf atan, islik calan birbirlerine savgililerini anlatarak cene calan Porto Riko'lu gencler olur. Bunlari bir bir gecer bazilari ile kisa sohbetler ederim. Apartmanimin önüne geldigimde yan apartmanin altinda dondurma satan güneyli zenci "hey dostum bugün gene cok havalisin" der.Ben gülümserim ve sol elimi ve basparmagimi dik aci yapip sanki elimde hayali bir silah varmis gibi sakagima götütür ve sonra ona dogrulturum. Apartmana girdigimde merdivenleri cikarken ücüncü katta oturan Meksikali kari koca her zamanki gibi bagris cagris kavga eder ve kadin ayyas kocasini disari atar ve santurlu bir küfürle kapiyi carpar. Adamla göz göze geliriz, adam kafasini saga sola sallayarak bana "ah su kadinlar" der gibi bakar ben gene gülümserim. Evime vardigimda önce dus alir, buzdolabinin kapagini acip kare seklindeki karton posetteki sütümü icer dolabin kapagini ayagimla kapatirim. TV'de biraz beysbol maci izlerim NY Yankees vs LA Angels. New Balance Spor ayakkabilarimi, gri esortman altimi giyip üstüne Nike t-shirtümü cekerim. Biraz kosup camasirhaneye t-shirtümün önü terli olarak girerim. Abigaile her zaman ki gibi orada olur. Kirli camasirlarimi makinaya doldurup para gözüne bir ceyrek dolar koyarim. Sonra Abigaile'in önünden gecerek tabanindaki ayakliga basinca fiskiyesinden su fiskiran sebilden su icerim. Arkam dönük olarak ilan panosunda ev arkadasi arayanlar, eski bisikletini, bilgisayarini satanlarin ilanina bakarken suyumu icmeye devam ederim. O sirada ilk kez olarak Abigaile arkamdan seslenir:
-Is water chill?

..devam ediyor

Öykü: Sona'nin Altınları


Elini suya dogru uzattiginda iki tasin arasindan kaynayan sodali sudan (buyukhanim buna acisu derdi) bir avuc alip elini tas gibi yaparak agzina götürdü. Bir iki yudum alip yerden dogrulacakti ki karsisinda onu gördü. Alacali ve ayni beylerin atlari gibi kosumlari olan bir ati yularindan tutmus orada bekliyordu. Kara sacli , acik tenli cakir gözlü dokuz ya da on yaslarinda bir kiz cocuguydu orda dikilmis kendisine bakan. Ya da belki bir genc kizdi kimbilir? On besindeki Aslan icin kimin kiz kímin genc bir "hanumisa" oldugunu ayirmak zor ve gereksiz bir isti. Önce farketmemis gibi davranmayi denedi ama cok gecti cunku göz göze gelmisler ve kizin cakir gözleri gözüne degmisti. Acaba konussa miydi karar veremedi. Elbislerinden hangi millet oldugunu cikaramadi uzun entariisinin üstüne yesil zibin giymisti, gürcü kizlarina da benziyordu cerkezlere de. Allahin gök kubbesinin altinda yetmisiki millet yasar kimin ne oldugunu kim ne bilebilir insanin icini bilemezsin der hep buyuk hanim. Bizim milletten degil diye dusundu Aslan , olsa tanirdi cünkü bu ati bu kosumlari daha once hic görmemisti. Belli ki gariplerden ya da yabandan gelenlerden biridir, "öyle kesin tanirdim" dedi icinden. Yaz ortalariydi yapacak cok is vardi hem de bir an önce köye varmasi gerekiyordu aksam olmadan. Kiz ise hala hic konusmadan ona oylece bakiyordu. Ne bir korku ne cekinme ne de bir merakla bakiyordu orda oylece bakiyordu. Allahin islerine de akli sir ermiyor iki gun yol yürü bir kula rastlama simdi tam köye varacakken bu yabankizini gör burda hem de kim oldugu belirsiz. Kafasindaki babuskasini cikardi islak elleri ile saclarini duzeltti torbasindan biraz ekmek cikardi ve arkasini donerek yola koyuldu. Icinden on bes adim atayim hala ordaysa konsurum diye gecirdi ki on ucuncu adimini atmisken ciliz sesini duydu kizin
-Nere kiryon?

..devam ediyor

Öykü : Adonis'in Balıkları


Rivayet olunur ki Kadir-i Mutlak yüce Yaradan'in "onun yüzü suyu hürmetine kainati yarratim" dedigi iki cihanin günesi , Gül'ün Efendisi ve nübüvetin son kapisi peygamber efendimizin bir nur gibi Kabe-i Mükerreme'yi tesriflerinden evvel dünyanin ucunda bir deniz canaviri var imis ve iblisin hizmetkarligini yaparmis. Eski zaman alimlerinin sirlarla dolu kitaplarinda, sifreler ve ancak erbabinin anlayabilecegi tasvirlerlerle anllatiklarina göre ismi Zebbetülbahreyn olan bu canavarin tami tamina yüzsekesen arsin boyu, kirkbes arsin eni, tepesinde her tarafa dönebilen kocaman bir gözü, yirmidört yüzgeci ve alti bogumlu bir kuyrugu varmis. Basra müneccimi Mukteda bin Udafya el Basrevi'nin Mahlukat-ül Acaib fi'l Ebhar adli kitabinda canavarin boyunun yüzseksen degil yüzoniki arsin oldugunu israrla iddia etmesi yaninda, ayrica tepesinde bir de boynuzu oldugunu ve bu boynuzun ucunda da kücük bir göze sahip olmakla denizden kafasini cikarmadan boynuzunu sudan disari ayni bir filin hortumu gibi uzatartak suyun üstündekileri de görebildigini anlatir. Kahire'nin kipti alimlerinden Hannas ibn Budrus'un arami lisanda kaleme aldigi Daw'gún d-Daw'rome adli oniki ciltlik kitabinda ise canavarin karninda kuluckaya yatirilmis seytanin yumurtalarinin oldugu, vakti geldiginde bu yumurtalarin yarilarak icinden seytanin askerlerinin ciktigini ve canavar ininden ciktiginda arzi ve ummanlari tavaf ederken bu fitne fücurlardan birer tane karalara kustugunu, ayni zamanda da pis zehirini akittigini söyler ama muteber degildir söyledikleri ne de olsa kendisi kiptidir.

Asaletli ve ferasetli alimlerin sarih eserlerinin hepsinde bahsedilen müsterek cihet odur ki bu canavar fena bir mahluktur. Her sene Zilkade ayinin onbesinde dünyanin ucunda soguk güney denizlerindeki ininden cikar alti aya kadar arzin bütün denizlerini dolasir, karalarinin yanindan gecer ve Cemaziyelevvel ayinin onbesinde gene inine döner ve uyurmus. Gectigi denizlere ve kararalara pis zehirini ve seytanin tohumlarini birakir birakmaz takib eden ilk dolunayda o ülkelerde kitlik ve kuraklik bas gösterir, cenkler baslar, evlatlar analarina babalarina baskaldirir, köleler efendilerine itaat etmez olur, zina , fiili livata ve her türlü sapkinlik artar, ülkenin hakimi zalimlerden olur ve velhasili hak zail olup batil galebe calarmis.

Cok eski zamanlarda, daha adi Konstaniniyye diye cagrilmadan, daha Rum'un muzaffer meliki Yustinyanus Aya Sofya'yi bina etmeden de önce, Hizir ile Ilyas aleyhisselamin bulustugu ve iki denizin kavustugu bu korunakli belde Sehr-i Stanbul o zamanlar Vizantiye diye cagrilirken hatta ve hatta daha bir sehir bile degilken bu mel'un canavarin yolu bir gün icdenize düsmüs. Kttim ve Dodanim'i gecip Yaban ve Tubal'i arkasina alarak yukari adalar denizinden cikmis mermerler denizine varmis. Boga bogazininin girisine vardiginda gecitin kendisinin gecebilmesi icin dar ve sig oldugunu zannetmis ve giriste bir müddet beklemis. Sabah alacasi oldugundan daha günes tam yüzünü vurmazken mel'un gecitin girisinde bekleye dursun bir de sag tarafina bakinmis. Görmüs ki sag tarafinda sira sira dizilmis irili ufakli dokuz ada ada bulunmakta. Tepesindeki fil fortumu gibi boynuzunu suyun üstüne cikararak adalara dogru sira sira bakmis ve hem de dinlemis cünkü anlatildigina göre mel'un canavarin hortum gibi boynuzunun tepesindeki gözü ayni zamanda isitebilirmis de. Canavar suyun yüzündeki gözü kulagi ile tek tek adalara bakarken ücüncü adanin sahilinde oturan bir cocuk görmüs. Derhal karnindan iki iblis tohumu cikararak denize salmis ve cocugun yüregini kendisine getirmelerini istemis. Ama canavarin bir adeti varmis.Hic bir adem oglunun yüregini öldürerek ya da cebirle almaz onlari ayartarak ve ikna ederek kendi rizalari ile yüreklerini teslim etmelerini istermis. Urfa kethüdasi Kuddus bin Muslafi'nin cinler ve insanlari anlattigi Ennas ve'l hannas adli kitabinda, iblis ogullarindan birinin adinin Cüddey obirinin ise Lücce oldugu yazilidir ki itibar olunur söyledigine, zira kendisi gaybi görebilen nadir alimlerden biri olarak nam salmistir. Seytan ogullari mel'un canavar tarafindan karnindan disari kusulup denize salindiklarinda önce marti kiliginda denizi asmislar ta ki cocugun oldugu adaya konsunlar. Sonra da insan suretine girerek sahilde sessizce oturup denize bakan cocuga dogru yanasmislar. Cocuga dogru yanastikca aralarinda sanki bir sey tartisiyorlarmis gibi hararetle konusmaya, birbirlerni itmeye baslamislar ama bakmislar ki cocuk onlara dönüp bakmiyor bile. Bu sefer denize dogru iyice yanasip cocugun önüne gelmis, yumruklasmaya baslamislar ancak nafile cocuk ne onlara kafasini cevirmis ne de bir kelam söylemis. Iblis tohumundan kücük olani yerden kalkip cocuga iyice yanasmis, aralarinda bir kulac kalacak halde tam karsisinda durmus. O zaman anlamis ki cocuk hem görmez ve kulaklarina da denizden cikan sünger tikamis oldugundan bir sey duymaz. Yavasca elini cocugun dizine dokunmus. O anda vurgun yemis gibi yerinden sicrayan cocuk gersin geriye adim atarak
-Ulu Zevs adina, kim var orda ? demis. Bu arada da kukalarina tikadigi sünger tikaclarini cikarmis.
Iblis ogullarindan büyük olani cevab vermis:
-Korkma ey denizlerin efendisi , biz sana kötülük etmeye gelmedik. Ben ve kardesim variz yaninda, yiyecek bir seyin var mi cok aciz?
demis. Cocuk geri geri durarak havayi koklamaya baslamis. Cok iyi koku almasina ragmen bu iki yabancidan hic bir koku gelmiyormus. Elinde tuttugu gürgen dalindan uzun bastonunu Lücce'ye dogrultarak dokunmus. Evet bir insan vamis karsisinda.
-Kardesin nerde o da yakina gelsin
demis. Cüddey de bastonun ucuna dokunarak kendisini asikar etmis. Bir iki adim atarak basini yukari dogru kaldirip gene havayi koklayan cocuk
-Benim adim Andonis'dir. Mitras'in oglu Andonis, ne istersiniz benden yabancilar?

.. devam ediyor